Yazılarımız

TRAVMATİK ÜLKENİN MAĞDUR KAHRAMANLARI

Uzm. Rüveyda Çelenk Yılmaz

Çocukluk anılarımı hatırlıyorum… O zamanlar bir insan Allah’a inanıyorsa ve belirli gereklikleri yerine getiriyorsa o insanı ahlaki olarak erdemli varsayardım. Nasıl doğa kendi içerisinde tutarlı ise insan da öyleydi benim için… Dünya güvenli ve insan güven verendi. Tabii zaman içerisinde acı-tatlı çeşitli deneyimlerle karşılaşınca hayatın kendisi bana işin aslının böyle olmadığını gösterdi. Erdemin pratikte din ile alakası olmadığını tam manasıyla üniversitede fark ettiğimi itiraf etmeliyim.

Üniversitede bir seferinde kendini muhafazakâr olarak tanımlayan bir arkadaş ile yemek yiyorduk. O sırada televizyonda sağ bir partinin bir bakanının yolsuzluğa karıştığı iddiası anlatılıyordu. Arkadaşım şöyle demişti: “O kişi imam hatip lisesi mezunu, asla böyle bir şey yapmaz!”. Yani yolsuzluğa karıştığı iddia edilen kişinin yolsuzluk yapmamasının delili “imam hatip mezunu” olmasıydı. Yine üniversite yıllarında başka bir arkadaş ile Ramazan ayında iftar çadırına gitmiştik. Çorba içerken çorbanın oldukça yağlı ve ağır olduğunu söylediğimde bana “bereketindendir” diye cevap vermişti. Bu ve bunun gibi örnekleri çevremde ve ülkemde gördükçe kendimi üzgün hatta çaresiz hissediyorum.

Ne yazık ki ülkemizde her kesimden birçok insanın travma geçmişleri var. Bizi karmaşık bir Türkiye’nin, acılarının yasını yeterince tutamamış ebeveynleri yetiştirdi. Kimisi inancından dolayı ‘örümcek kafalı’ olup okuluna olduğu gibi giremedi, kimisi ‘dinsiz’ ve ‘anarşist’ oldu hapse girdi, kimisinin sevdikleri askerde şehit oldu. Ruhsal olarak sağlıklı, kişilikleri gelişmiş, olgun insanları ancak huzurlu ve yine sağlıklı anne-babalar yetiştirebilir. Ancak mevcut durumda kendi travmalarımızı elimizde olmadan gelecek nesillere aktarıyoruz. Böylece içimizde birçok kaygılı, bilinçdışında kimliğinin dağılmasından korkan, sorgulamayan, esnek olamayan, ötekileştirmeden kendi varlığını hissedemeyen, affedemeyen, öfkeli bireyler barındırıyoruz.

Kendimizi kimliklerimizin dağılmasını engellemek için bir gruba ait hissediyor ve bu grubun dağılmasını, tehlikeye girmesini önlemeye çabalıyoruz. Ezkaza gruba bir şey olursa kendi bireysel kimliğimiz sağlıklı gelişmediği için dağılırız. Böylece ait hissettiğimiz grubun içerisindeki yanlışları, adaletsizlikleri sorgulayıp o grubu daha erdemli hale getirmek yerine dogmatik bir şekilde sorgulamadan ait hissettiğimiz grubu savunuyoruz, onu yüceleştiriyoruz. Tabii kendimiz de o grubun alt kümesi olduğumuz için dolaylı yoldan kendi narsisistik ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Bir kahramanın şemsiyesi altına girerek kendimizi onun bir parçası olarak yine kahraman gibi hissediyoruz. Bu sayede bazen ‘İslam’ın koruyucuları’ olabilir ve ‘Allah biz doğru yaptığımız için bizim yolumuzu açıyor’ diyebiliriz. Hatta buna göre ayet hadisleri çekip çıkartabilir ve bunu değişik ‘tevafuklarla’ kanıtlayabiliriz. Bazen de meydanlara çıkıp ülkemiz için biber gazı yiyebilir ve kahraman olabiliriz.

Tabii ait olduğumuz grubu belirginleştirmek için bir ‘öteki’ olması lazım. Bu ötekini istediğimiz gibi insanlıktan çıkartabilir; bazen tercihlerinin yanlış olduğunu düşündüğümüz ‘saman kafalılar’ yapabilir, bazen ise ne dediğini hiç sorgulamadan ‘dinsiz-imansız’ ‘İsrail askerleri’ gibi etiketler yapıştırabiliriz.

Bir de ‘mağduriyet’ meselesi var. Mağdur olanın her zaman haklı olduğu tezi gereğince mağduriyetimizi her fırsatta dile getirip bunu insanlara yeterince derinden hissettirebilirsek en güçlü biz ve bizim ait olduğumuz grup olabilir. Tarihin başından beri büyük veya küçük toplulukların da yaptığı bu değil mi?

Asıl kahramanlık ve erdem insanın kendi içindeki çatışmaların farkında olabilmesi ve bunları çözebilmek için mücadele etmesinde gizlidir. Her insanın kendine has değerleri, inançları olacaktır. Bunlardan taviz vermemeli ve öte yandan bunları diğerlerini manipüle etmek ve/veya kendi davranışlarımızı aklileştirmek için kullanmamalıyız. Böyle davranmamız kendi değerlerimize ve inandığımız şeylere yaptığımız en büyük saygısızlıktır. Kendi değerlerimizi koruyarak diğerleriyle bir potada olabilir ve birbirimizi saygı ve sevgi çerçevesi içerisinde geliştirebiliriz.

Umuyorum bundan sonra ülkemiz insanları geçmiş travmalarını tetikleyip çaresizlik içerisine sürüklenecek bir ortamda değil yaslarını tutabilecek, farklılıklara saygı duyan, demokratik ve adil bir güven ortamında yaşar. Böylece kendilerini huzurlu ve güvende hisseden ebeveynler ruhsal olarak sağlıklı bireyler yetiştireceklerdir.